09 Ekim 2022 Pazar
Teknoloji müthiş bir nimet. Fakat kime ve neye göre? Doğru yoldan gitmedikçe ve doğru bakış açısına sahip olmadıkça teknoloji tehdit olmaktan ileriye gitmez. Bizleri bildiklerinden edecek kadar acımasız bir hal alabilir. Okul hayatımız boyunca Türkçe’miz üzerine eğitimler aldık. Bağlaç, belirteç ve daha birçok kelime gruplarına ihtiyacımız vardı. Öğrendik! Peki öğrendiysek nereye gitti?
Teknoloji, sosyal medya adıyla dilimizde maalesef öğrendiklerimizi elimizden aldı. Bizlere ait olmayan kelimeleri daha da kısaltılarak dilimize yerleştirdi. Örneğin, “ok, nbr, slm” ‘ler türedi. En basitinden -Teşekkür ederim.- demek yerine -tşkr- yazılıyor. Oysa her bir ek her bir kelime farklı anlamlarla bütünlük oluşturuyor.
Kıymetini bilemediğimiz için elimizden alınan her şey gibi dilimizi de kaybetmekle karşı karşıyayız. Elimizde kalan nadir şeylerden biri olan (.) nokta bile felsefe yapmak için kullanılıyor. Nasıl mı? “Gidene noktayı koy ki gelen büyük harfle başlasın.” Sorarım sana: Nokta (.) yı en son ne zaman kullandın?
Dilimize Aristoteles’in yöntemi ile yaklaşalım. Biliyorsunuz ki Aristoteles “Bilgi, dilsel bir ifade biçimi ile kendisini gösteriyorsa, bu ifade biçiminin öğeleri arasındaki ilişki, aynı zamanda bu öğeleri birbirleri ile ilişkilendiren düşüncenin de nasıl çalıştığını gösterir mahiyette olacaktır.” (Ömer Faik Anlı Aristoteles-Tümevarım, Tümdengelim acikders.ankara.edu.tr) Şeklinde yaklaşımda bulunmuştur. Yani, -Mantık Disiplini- oluşmuştur. Türkçenin geldiği son halde işler böyle değildir. Yüklem bile kullanılırken, şekilden şekle sokulduğundan anlam bütünlüğü kaybediliyor.
Aristoteles’ ten ısrarla söz etme nedenim sorduğu sorularla bireylere, sahip olduğu cevabın beyninde barındığını ispat etmesidir. Örneğin: “Neden”i bulmayı sağlayacak temel soru, Aristoteles’te “Niçin?” sorusudur.
Bütün insanlar ölümlüdür. Sokrates insandır. Sokrates ölümlüdür. à Niçin ölümlüdür? Çünkü insandır. O halde tümevarım bizi başlangıç ilkelerine götüren akıl yürütme biçimidir. Görüldüğü üzere yine -Mantık Disiplini- çalıştırmaktadır.
Bu örnekte de görüldüğü üzere, cümle bütünlüğü ana fikre ulaştırır. Belirtmek isterim ki; anlam bütünlüğünü kuvvetli hale getirmek adına bağlaçlar önemsenmeli mesela “-de” bağlaç ise ayrı yazılmalıdır. Hadi hep birlikte bir çalışma yapalım: Çekim eki ve durum eki ayrıca Bir’ den sonra gelen -de ayrı yazılır. Çünkü anlamın kuvvetini arttırır. Örneğin, -Ölsem de inanmam! Evi de çok beğendim. Size bir de ceket verelim.- Örnekler bu şekilde arttırılabilir. Bu cümlelerden -de çıkarttırıldığı taktirde her bir cümlenin etkisinde azalma olacaktır.
Ufak bir detayda bile bu denli kuvvetlenen dilimiz varken kolay olanı seçerek basite indirgememiz bakın günün sonunda bize dilimizi kaybettirecek duruma getirecek. Tüm bunları tabii ki teknolojiyi kötülemek için söylemiyorum. Ancak bu şekilde sürmeye devam ederse elimizde kalan son şey bize ait olmayan kelimeler olacaktır. Bu şekilde dilimizden uzaklaşmamızı başka bir tabloda değerlendirmemiz gerekirse, ebeveynlere düşünülenden daha fazla iş düşüyor olması.
Taş Devrine Yol Alan İstanbul’da da belirttiğim gibi “İleri gitmemiz gereken teknoloji çağından, taş devrine koşturuyoruz. 1960 İstanbul’unda hanım efendilik ve bey efendilik vardı halbuki. O dönemde dünyanın en büyük şehriydi ve 500.000 nüfusa sahipti. Buna rağmen bu denli bozulmayan coğrafyada ne değişti ki; bu kadar haddimizi aştık? Değişen kültürün nedeni annelerin ve babaların çocukları teknolojinin yetiştirmesine izin vermesi değil miydi?” 1960 makalede de söz edildiği üzere, hanımefendiliğin ve beyefendiliğin sembolüydü. Bu anlamda tane tane konuşan; kendini gerek konuşmalarıyla gerekse yazımlarıyla net bir şekilde ifade eden bir nesildi.
Bu günlerde ise tablo tersine dönmüş durumda ne yazık ki! Temennimiz ise Türkçe’ mizin Bayrağı’mızın göklerde dalgalanması gibi; dillerde dalgalanması…
İnsanoğlu yaşıyla değil, yaşadıklarıyla büyüyor. Kaç yaş aldığına bakılmaksızın; yaşadıkları, duygularını uyandırıyor. Öfkeli, neşeli, mutlu, mutsuz her birey heybesinden çıkarmıyor bu hisleri. Tam tersine her bir tecrübe, alın yazısına birer çentik atıyor. Her ne kadar olumsuzluklar çığırından çıkarsa da bilir aslında; özündeki iyiliği. Çünkü esas olan özüdür.
Başlayan her ilişki gün geçtikçe kılıf değiştirir. Burada önemli olan o kılıfın size ne sunduğudur. Kimse kimseden dört dörtlük olmasını bekleyemez. Ancak saygı çerçevesindeki her davranış önemli bir duvar oluşturur. Bu sayede de sadakati beraberinde getirir. Kişi sadece kendisine duyduğu saygıyla bile kaliteli bir hayat sürebilir.
Dünyaya gelen her bebek savunmasız ve bilgisizdir. Annelerinden ve babalarından aldıklarından ya da alamadıklarından şekle girerler, karakterlerini oluştururlar. Bu demek değildir ki her ailesi olan iyidir, her ailesi olmayan kötüdür. Ne verilirse o alınacaktır. Unutulmaması gereken; bir katili yetiştiren de ebeveynidir, bir doktoru yetiştiren de ebeveynidir. Çünkü hiç kimse pilav doldurduğu tabaktan, baklava olmasını bekleyemez. İnsanlar iç dünyasında yaşadıklarını, dış dünyasına öylesine hızlı uyarlar ki tablo tamamen değişir.
Emeğini doğru yansıtan herkes doğru sonuçlara bir noktada varacaktır. Bilinçaltında barındırdığı güzellikler, evrenin muhteşem tılsımıyla şekle girer ve hayatındaki yerini alır. Düşünsenize vücudunuzun tepkilerini, gözünüze giren ufacık bir toz zerresi oraya ait olmadığı için gözünüzü nasıl da kaşındırır. Gözünüz size -Ben özümde bu tozu barındırmıyorum. Bu bana zarar veriyor.- demiş oluyor. Bakın size ait olan bir parçanız ne kadar da güzel bir biçimde olması gerekeni söylüyor. Bu şekilde konuyu kendinize uyarlamanız durumunda; işler tahmin ettiğinizden daha kolay bir şekle girecektir.
Teşekkür ederek yola koyulabiliriz. Teşekkür ettiğimiz her durum bize daha da güzelleşerek geri dönecektir. Olumsuzluk yaşadık diye duygularımız dibe vurmamalı. O olumsuzlukların finalde yaşatacağı hazzı ıskalamamalıyız. Size taş atanın, gülü vermek için delirdiğini bilmiyor olabilirsiniz. Çünkü evinizin her penceresi başka bir tablo oluşturur. Bir açısı güneşin doğuşunu muhteşem gösterirken; bir başka penceresi güneşin batışını.
Doğru pencereden bakmaya çalışın hayata. Çünkü bizler inanın sadece gözlerimizle görmüyoruz. Belki en az bin defa bu cümleye denk gelmişsinizdir. Ama bir kere de ben söylemek istiyorum. “Nasıl bakarsanız. Öyle görürsünüz.” Gelin bugün miladımız olsun. Güzel bakarak güzelleştirelim. Güzelleşelim.
Biz insanlar, daha dünyaya geldiğimiz ilk anda büyük bir karmaşanın içerisine düşüyoruz. Yıllar içerisin de de bu karmaşanın üstesinden gelmeye çalışıyoruz. Garip bir çelişki oluşturuyor bu süreç. Aslında bizim için kurulan düzeni yine bizler bozuyoruz. Ve ne kadar enteresandır ki! Yine bizler düzenlemeye çalışıyoruz. Daha en başında bilinçaltı düzeyinden başlamak koşulu ile gerekli düzenlemeler yapılsa işimiz daha kolay olmaz mı?
Birçok problem, zihnimizin en derininde ortaya çıkar, yeşerir ve tavır-davranış şekilleriyle kendini gösterir. Yıllar öncesinde sık sık denk geldiğim ve anlam veremediğim. Ancak şimdilerde kesinlikle onayladığım. Psikologların, çocukluğa inme arzularının; meslek hastalığı olmadığını öğrenmem dehşete düşürdü beni. Sahiden her şeyin, o masum çocukluk yıllarından başlaması; müthiş bir tehdit oluşturuyor. En savunmasız anınızda aldığınız darbelerle şekil alıyorsunuz adeta. Bu durum bana yıllar önce dinlediğim Bişr-i Hafi Kıssadan Hissesi’ni hatırlattı.
Ruh karanlığı şu dünyada en ürkütücü şeydir. Bedeninizi bir şekilde temizlersiniz. Ama ruh bambaşka bir şey ruhuna kara çalan bireye beyni yük olur. Öyle ki uyuşturmak için kullandığı maddelerin ölüme götüreceğini bile bile vazgeçmez tüketmekten. Bir zamanlar sadece TV’ de gördüğümüz o zehrin hayatımıza bu kadar girmiş olması korkutmuyor değil!
Dizilerde ve filmlerde gördüğümüz bu tehlike bir zamanlar sadece zenginlerin ölüm oyunuydu. Artık komşumuzun çocuğu tüketirken duyuyoruz. Bakkaldan alınan şekerden farksız hale gelmesinin sorumlusu; cezaların caydırıcı olmaması mı, zenginlerin rant sağlamaktan vazgeçmemesi mi, kolaya kaçıp görmezden gelmemiz mi? Bilinmez. Bilinen o ki ateşle oynuyoruz. Tüm insanlığı yakacak bir ateş.
Bir insanın beynini uyuşturmaya bu kadar meyilli olmasını anlayan var mı? Beyin kadar mükemmel bir nimete sahipken, vazgeçmek istemek. Bir başkasının yönlendirmesine izin vermek. Kabul edilir bir durum değildir. Yaşam kalitesini bu denli aşağıya çeken bir madde ve o maddeye erişimin kolaylığı berbat bir durum olmaktan ileriye gitmiyor. Her üç evden ikisine sıçrayan bu zehir normal karşılanmaya da başlandı. İşin bir başka görüntüsünde de ailelerin, bırakır umudu ile evlendirip aynı ateş ile bir aileyi daha yakması! Bencilliğin şiddetine bakar mısınız?” Ben beceremedim. Evlat yetiştiremedim. Ben yandım, sende yan.” Demek değil midir bu.
Empati kurularak verilmeli her karar. “Yaptığınız davranış size yapıldığında ne hissedersiniz?” Buna biraz olsun bakılmalı! Aksi taktirde bu bencillik; bir hortum gibi her birimizden bir parça alarak, dağıta dağıta sürüp gidecek. Olanda geleceğin kahramanları, gençlere olacak. Atatürk’ün vatanı emanet ettiği gençlere! Hani şu; akıllı telefonunun aklına hükmettiği gençlere…
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.